İslâm tarihi boyunca Haremeyn'i himaye eden
devletlerin hükümdarları tarafından pek çok hizmet ortaya konuldu; ama hiçbiri
Osmanlı sultanlarının Mekke ve Medine'ye yaptıkları hizmetlerin seviyesine
ulaşamadı. Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nurlu beldesi
Medine'ye hizmet hususunda öne çıkan padişahların başında Sultan 2. Mahmud'un
büyük oğlu Sultan Abdülmecid Han geliyordu. Osmanlılar devrinde Mescid-i
Nebevî'deki en kapsamlı genişletme faaliyetleri bu padişah zamanında
gerekleştirildi.
Saltanat yıllarında Medine'de yaptırdığı imar hizmetleriyle dikkat çeken Sultan
Abdülmecid, Medine Şeyhü'l-Haremi Davut Paşa'nın, "Mescid-i Nebevî'nin
büyük bir imara ihtiyacı olduğu" yönündeki mektubundan sonra, o tarihe
kadar yapılan en kapsamlı çalışmaların başlatılması için emir verdi. Mimar
Abdülhalim Efendi'nin başında bulunduğu inşa heyeti 1850 Ağustos'unda işe
başladı. Fakat onun aynı yıl hac mevsiminde Mekke'de vefat etmesi üzerine,
yerine Mehmed Raif Paşa tayin edildi. 11 yıl süren ve 1861'de tamamlanan
çalışmalar neticesinde Mescid-i Nebevî tamamen yenilendi. Peygamber Efendimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından "Cennet bahçelerinden biri"
olarak tavsif buyrulan "Ravza-i Mutahhara"nın ve
"Kubbetü'l-Hadra"nın (Yeşil Kubbe) mevcut hâlinin muhafazası ve
mescidin özel durumundan dolayı plân Sultan Abdülmecid'in hayal ettiği gibi
uygulanamadı. Oysa o, Mescid-i Nebevî'nin tıpkı İstanbul'daki selâtin camileri
gibi, dört sütun üzerine tek kubbeli bir mimariye kavuşmasını arzu etmişti.
Mescid-i Nebevî yeni baştan yapılırken Allah Resulü'nün (sallallâhu aleyhi ve
sellem) peygamberliği zamanında, vahyin en çok geldiği mekânlardan biri olan
Ravza-i Mutahhara'da, İslâm'ın ilk yıllarından hatıralar taşıyan sütunların
üzerine adları yazıldı. Ayrıca Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem),
Mescid-i Nebevî ile ilgili hadîs-i şerîfleri yazılıp, bu sütunların
diğerlerinden farklı olduğu vurgulandı. Yapılan çalışmaların neticesinde sütun
sayısı 327'yi bulan Mescid-i Nebevî, 11 bin m2'lik büyüklüğe ulaştı. Birbirine
kirişlerle bağlanan sütunların baş kısımları altınla süslendi. Revakların
sayısı arttı ve zemin mermerle kaplandı.
Diğer yandan Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gece
namazlarını eda ettiği yerde bulunan "Teheccüd Mihrabı" ile
"Babü's-Selâm, Babü'r-Rahme, Babü'l-Mecidi, Babü'n-Nisa ve
Babü'l-Cibril" kapıları yenilendi. Mescid-i Nebevî'nin kuzeybatısında
"Mecidiye", güneybatısında "Babü's-Selâm", batısında
"Babü'r-Rahme" adıyla anılan minareler yapıldı. Memluklar devrinde
yapılan Reisiyye minaresi dışında kalan bu minareler, tamamen Osmanlı
mimarisini yansıtıyordu. Mescid-i Nebevî'de yapılan tadilat sırasında Peygamber
Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hazreti Ebû Bekir (ra) ve Hazreti
Ömer (ra) ile birlikte medfun bulundukları türbeleri de tamir edildi. Bu sırada
kabr-i şerîflerinin bulunduğu türbenin temelinden mübarek bir su çıkmış ve
Medineliler bu güzel sudan dört gün istifade etmişlerdi. Ancak,
"Efendimize saygısızlık olur." düşüncesiyle suyun üzeri kapatıldı.
Bunun öncesinde padişaha gönderilmek üzere son defa meşin bir keseye bu sudan
dolduruldu. Yine Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek kabir
topraklarından bir miktar toprak küçük cam bir kavanoza konulup Hilâfet merkezi
İstanbul'a gönderildi. Bütün bunlar Topkapı Sarayı'ndaki Mukaddes Emanetler
arasında yerini alarak günümüze kadar muhafaza edildi.
Osmanlılar zamanında Mescid-i Nebevî'nin tefrişine de özel bir önem verildi.
Önceleri Hint seccadelerinin yaygın olduğu mescide Uşak, Gördes ve Hereke işi
dokumalar konuldu. Sultan Abdülmecid devrinde yapılan kapsamlı imar faaliyetinin
ardından İstanbul'dan seccade gönderilmeye başlandı. 2. Abdülhamid'in saltanat
yıllarında (1901) dokunan 27 parça özel halı, Kral Abdülaziz devrine (1950'li
yıllara) kadar kullanıldı. Mescidin aydınlatılmasında altın ve gümüşten yapılan
kandil ve buhurdanlıklar uzun zaman kullanıldı. Aydınlatmada elektrik
kullanımına ilk defa 1908'de başlandı.
Sultan Abdülmecid devrindeki çalışmalarda harcanan para 700 bin mecidiyeyi
buldu. Peygamber âşığı Abdülmecid Han, çok arzu ettiği hâlde bizzat Medine'ye
kadar gidip vesile olduğu hizmetleri göremedi. Genç Osmanlı sultanının Mübarek
Beldelere duyduğu hasreti gidermek ve gönlünde yanan ateşi az da olsa
hafifletmek gayesiyle Medine'de Mescid-i Nebevî'nin bir maketi hazırlandı. Bu
maket o kadar gerçekçi yapılmıştı ki, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve
sellem) Kabr-i Şerifi'nin kubbesi çıkarılınca binası, o da çıkarılınca mübarek
sandukaları görülebiliyordu. İstanbul'a gönderilen bu emsalsiz hediye padişaha
takdim edildi. Hediyenin mânevî değeri karşısında çok mutlu olan ve
memnuniyetini dile getiren Sultan Abdülmecid, Haremeyn'e gidememenin özlemini
Mescid-i Nebevî'nin maketini öpüp koklayarak gidermeye ve yüreğindeki Medine
hasretini hafifletmeye çalışıyordu. Topkapı Sarayı, Mukaddes Emanetler
Dairesi'nde muhafaza edilen bu maket günümüze kadar ulaştı.
Mescid-i Nebevî'de yapılan çalışmalarda Allah Resûlü'ne (sallallâhu aleyhi ve
sellem) ve ashab-ı kiram efendilerimize ait hatıralara saygıda en ufak bir
kusur gösterilmiyordu. Ustalar ve işçiler her gün gusül abdesti alarak işlerine
başlıyor; ihlâs ve samimiyetle tekbirler, selât-ü selâmlar getirerek ve dua
ederek çalışıyorlardı. Kullandıkları eşyalara ve malzemelere, dünyevî isimler
hâricinde dinî kavramları tedai ettiren farklı isimler koyuyor ve bu vesileyle
mümkün mertebe dünya kelâmı konuşmuyorlardı. O tarihlerde yapılan imar
faaliyetlerinden bugüne orijinal olarak halen üzeri büyük şemsiyelerle
kapatılan iç avlu ile 86 metre uzunluğundaki kıble duvarı arasında kalan ve
Ravza-i Mutahhara'yı da içine alan bölüm kaldı. İç avludan kıble istikametine
bakıldığında, mescidin Sultan Abdülmecid zamanında inşa edilen kısımlarını,
sütunları ve tuğraları hâlâ görmek mümkündür. Ravza-i Mutahhara ve
Kubbetü'l-Hadra'nın içeriden en güzel görüldüğü yer olan bu avluya o zamanlar bir
de havuz tasarlanmıştı. Ama sonradan bundan vazgeçildi. Medine'de Osmanlılar
zamanında şehri muhafaza ile vazifeli askerî birliklerin sancaklarına nişan
takma merasimi Mescid-i Nebevî'nin iç avlusunda, Hazreti Peygamber'in
(sallallâhu aleyhi ve sellem) Kabr-i Şerif'lerinin huzurunda yapılıyordu. Kabri
örten Kubbetü'l-Hadra'nın altında, dikdörtgen şeklindeki bir levhaya da şu
hâdis-i şerif meali yazılmıştı: "Benim şu mescidimde kılınan namaz,
Mescid-i Haram hâriç, diğer mescidlerde kılınan namazlardan bin kat daha
faziletlidir."
Osmanlı zamanında Mescid-i Nebevî'yi ziyaret eden Müslümanlar evvelâ Ravza-i
Mutahhara'da namaz kılıyor; sonra kemal-i edep ve hassasiyet içinde Kâinatın
Efendisi'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hazreti Ebû Bekir'in (ra) ve Hazreti
Ömer'in (ra) kabirlerini ziyaret ediyorlardı. Muvacehe-i Şerif'te dua edip
hallerini arz eden müminler, Resulüllah Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve
sellem) kabri başında âdeta pervane oluyor ve gözyaşları içinde şefaat
talebinde bulunuyorlardı. Yatsı namazını müteakip vazifeli memurlar Mescid-i
Nebevî'nin içerisinde dolaşarak içeride kimsenin kalmadığına emin olduktan
sonra kapıları kapatıyor ve başlarında bulunan "bina emini" ile
birlikte Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) selât-ü selâm getiriyorlardı.
Gönlü peygamber sevgisi ile dolu Abdülmecid Han, Mescid-i Nebevî'nin inşa
çalışmalarının devam ettiği günlerde İstanbul'da bir hat yarışması tertip
ettirdi. Onun gayesi, Peygamber Mescidi'nin en güzel hat yazılarıyla
donatılmasını sağlamaktı. Düzenlenen hat yarışmasında birinciliği kazanan
Abdullah Zühdü Efendi Medine'ye geldi ve üç yıl büyük bir aşkla çalışarak
Mescid-i Nebevî'nin kubbe kasnaklarını, duvarlarını, kapılarını, mihrap ve
sütunlarını bir kuşak hâlinde celî sülüs hatla âyetler, hadîsler, Efendimiz'in
(sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek isim ve sıfatları ile tezyin etti. Hattat
Abdullah Zühdü Efendi çalışması sırasında Mescid-i Nebevî'nin Hazreti Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanındaki bölümünün tezyinatına ayrı bir önem verdi.
Bu mekânın sınırları sütun başlarındaki yazılarda belirtildi. Kıble duvarı ile
doğu ve batı taraflarındaki duvarlara da celî sülüs yazılar işlendi. Bu
kısımdaki kubbelerin içine binlerce gül çizildi. Çünkü Efendimiz'in (sallallâhu
aleyhi ve sellem) remzi ‘gül'dü.
Netice itibariyle denilebilir ki; İslâm tarihinin Asr-ı Saadet'ten sonraki en
ihtişamlı devirleri Osmanlılar zamanında yaşandı. İ'lâ-yı kelimetullah
mülâhazasını esas alarak fetih ve gazâ siyaseti takip eden Osmanlı'yı, bu
hedeflerinde motive eden unsurların başında Kur'ân ve Peygamber yolunda hizmet
düşüncesi geliyordu. Bu manâda kendilerini sahabe mesleğini icra eden,
"Nâm-ı Celil-i Muhammedî"yi cihana duyurmayı hedefleyen gönüllüler
olarak görüyor; bu uğurda maddî ve mânevî hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyorlardı.
Başta padişahlar olmak üzere, Osmanlı hanedanında ve Müslüman halkta Kur'ân'a,
Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve mukaddes değerlere karşı her dâim
muazzam bir saygı vardı. Bu değerleri temsil eden ve Allah Resûlü'ne (sallallâhu
aleyhi ve sellem) duyduğu hürmeti, muhabbeti her fırsatta ifade eden ve bunu
fiilen gösteren Sultan Abdülmecid, 1861'de 39 yaşında veremden hayatını
kaybetti. Büyük dedelerinden Hâdimül'l-Haremeyn Yavuz Sultan Selim'in
türbesinin yanına defnedilen Abdülmecid Han, Peygamber âşığı ve Hicaz'a hizmet
götürme sevdasını iliklerine kadar hisseden bir Osmanlı sultanı olarak tarihe
geçmiştir.
HIRKA-İ ŞERİF CAMİİ

Sultan Abdülmecid Han'ın, peygamber sevgisini yansıtan önemli hizmetlerinden
biri de Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait mübarek hırkanın
muhafazası ve ziyaret edilmesi için payitahtta yaptırdığı cami oldu.
İstanbul'da Peygamberimiz'e ait iki hırkadan biri, Allah Resûlü'nün (sallallâhu
aleyhi ve sellem) Yemenli Üveys el-Karanî'ye hediye ettiği hırka idi. Hırka-i
Şerif 1611'de, ailenin o tarihteki reisi Şükrullah Üveysî tarafından Sultan 1.
Ahmed'in fermanı gereğince İstanbul'a getirilmişti. Pek çok ilim ve din adamı
çıkaran Üveysî ailesinin Fatih'te bir evde ikamet etmeye başlamasıyla İstanbul
halkı tarafından hırka ziyaret edilmeye başlanmıştı. Sultan Abdülmecid Han, bu
mukaddes emanetin şanına lâyık bir cami yaptırmaya karar verdi. Dört yıl süren
çalışmalar sonunda 1851'de caminin inşası tamamlandı. Bulunduğu semte adını
veren Hırka-i Şerif Camii'nde Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem)
mübarek emanetinin muhafazasına ve ziyaretine mahsus birimlerin yanında hünkâr
mahfili ve geniş kapsamlı bir hünkâr kasrı yer aldı. Caminin çevresine Üveysî
ailesinin en yaşlı ferdi (reisi) için bir meşruta, vekil dairesi, Hırka-i
Şerif'i korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve vazifeli memurlar
için çeşitli odalar inşa edildi. Caminin kubbe ve duvarları devrin meşhur
hattatlarından Mustafa İzzet Efendi tarafından fevkalâde nefis yazılarla
süslendi. Hırka-i Şerif Camiî'ndeki Hünkâr Kasrı'nın duvarında eski İstanbul
müftülerinden merhum Şeref Güzelyazıcı'ya ait şu levha bilhassa dikkati
çekmektedir:
"Ziyâret kılsın ümmetler, ridâ-i can behâdır bu,
Cenâb-ı Üveys'e ihsân atây-ı Mustafâ'dır bu.
Eşiğinde şeref, rûy-i siyâhın sür niyâz eyle,
Makâm-ı Hırka-i pâk-i Habîb-i Kibriyâ'dır bu."
Murat DUMAN